Sacre Coeur Bazilikası Paris – Kutsal KalpSacre Coeur Bazilikası, Paris’in belki de en şirin mahalleso Montmartre'de bulunuyor. Montmatre, Paris’te gezilecek yerler içinde görülmesi gereken önemli yerlerden. Unutmadan belirteyimParis’i kuşbakışı görebileceğiniz en güzel mekânlardan birisidir aynı zamanda. Geleim yeniden bazilikamiza Türkçe anlamı “Kutsal Kalp” olan Sacré-Cœur Bazilikası (Orjinali, Basilique du Sacré-Cœur)’nı 2006 yılında yaklaşık on milyon kişi ziyaret etmiş. Bu sayıyla Paris’in en çok ziyaret edilen anıtı olan Notre Dame Katedralinden sonra gelmektedir. Paris’te her zaman tarihi bir dini yerleşimi olarak görülen Montmartre’da aynı zamanda Paris’in en eski kilisesi olan Saint-Pierre de Montmartre Kilisesi bulunmaktadır. Basilique du Sacré-Cœur Paris’in en yüksek tepesinde bulunmaktadır. Sacre Coeur Bazilikası1870’de Fransa ve Almanya arasında savaş patlak verdiğinde Vatikan’da bulunan Papa Fransız birliklerinin himayesine girmiş ve kendini Vatikan’da tutsak olarak görmüştü. Fransa savaşta yenildi ve kısmen Alman birlikleri tarafından işgal edildi. Alexandre Legentil ve Hubert Rohault de Fleury isminde iki katolik girişimci Fransa’nın yaklaşmakta olan Prusya saldırısından kurtulması halinde İsa’nın Kutsal Yüreği’ne adanmış bir kilise yaptırmaya ant içmiş. Legentil ve de Fleury Fransa’nın talihsizliklerinin siyasi nedenlerden ziyade manevi olduğunu savunduklarından, Kutsal Kaleye bir nevi günahların affı için “tazminat” olarak adanmış bir kilise inşa etmeyi taahhüt ettiler. 1875 yılında inşaatı başlayan Basilique du Sacré-Cœur 1914’te tamamlanmış. 23 Temmuz 1874 tarihinde, Fransa-Prusya Savaşı sırasında hayatlarını kaybeden Fransızlar anısına inşaatına başlanan Sacre Coeur inşaatına Fransız Mimar Paul Abadie tarafından başlanmış. Ancak 1884 yılında hayatını kaybeden Abadie’den sonra 4 mimar daha görev yapmış ve son olarak Lucien Magne inşaatı bitirebilmiş. Yapımı tamamıyla Fransız halkının destekleri ile tamamlanan Sacre Coeur Bazilikası, I.Dünya Savaşından sonra hizmete açılmıştır. Monmarte Mahallesinin daracık ara sokaklarında, birbirinden şirin cafe ve restoranların arasında birden karşınıza çıkacak olan Sacre Coeur Bazilikası, Haç şeklinde inşa edilmiş ve dört kubbeye sahiptir. 83 metre yükseklikte olan orta kubbesi, mimaride Lanterno anlamında olan küçük bir fenere sahiptir. 20.Yüzyılda inşa edilen birçok kilise ve katedrallere örnek olarak inşa edilen Basilique du Sacré-Cœur, Roma ve Bizans mimarlığının en güzel örneklerinden olan Saint-Front de Périgueux Katedralinden ve Ayasofya’dan esinlenerek inşa edilmiş. Sacre Coeur Bazilikası’nın yılda 11 milyondan fazla ziyaretçisi olmasına rağmen, Ayasofya’nın yalnızca 1,5 milyon civarında olması da düşündürücüdür. Bu rakamlar kültür turizmini ne denli kötü uyguladığımızı ve Türkiye’nin kültür turizmi için bir master planı olmadığını gözler önüne sermektedir. Açıkçası şunu belirtmek istiyorum. Ayasofya’daki havayı ne burada ne de başka bir yerde görebileceğinizi sanmıyorum. Basilique du Sacré-Cœur – La Savoyarde ÇanıSacré Coeur Kilisesinin tavanında 475 metrekare ölçüsünde Fransa’nın en büyük Mozaiği bulunmaktadır. Mozaiğin alt kısmında “Au Cœur très saint de Jésus, la France fervente, pénitente et reconnaissante.” Türkçe anlamı “İsanın çok aziz kalbi için, şevkli, affeti arayan ve minnettar Fransa” olan Fransızca bir cümle bulunmaktadır. 1900 ile 1922 yılların arasında yapılan mozaik Fransız artist Luc-Olivier Merson tarafından tasarlanmıştır. Aynı zamanda Fransa’nın en büyük ve en ağır çanı olan La Savoyarde adındaki çan ise, kare şeklinde büyük kulenin içinde bulunmaktadır. 1895 yılında Annecy kentinde imâl edilerek Paris’e getirilmiştir. Çapı üç metre olan çanın ağırlığı ise 18.835 kilogramdır. Basilique du Sacré-Cœur Hristiyanların hac yeri olduğu için, dünyanın dört bir yanından hacılar buraya gelir. Girişi ücretsiz olan Basilique du Sacré-Cœur her gün saat 06.00’dan 23.30’a kadar açıktır. Sacre Coeur Nasıl GidilirMetro-12 ve Metro-2 hatlarının Anvers durağında inerek Sacré-Cœur Bazilikası’na ulaşılabilirsiniz. Aynı zamanda Funiculaire de Montmartre – Monmartre Fünikileri veya Montmartrebus ile de çok kısa sürede Basilique du Sacré-Cœur ulaşılabilirsiniz. Benim tavsiyem öncelikle Montmartre Tepesi’ni ziyaret etmeniz ardından Sacre Core Bazilikası’na geçmeniz olacaktır.
kuresel kurem
2 Comments
Glasgow'un Kafası Hunili HeykeliHer şehrin bir sembolü vardır. Roma’da Kolezyum, New York’ta Özgürlük Anıtı, Londra’da Big Ben Paris’te Eyfel Kulesi… Bu örnekleri daha da uzatabiliriz. İskoçya’nın en büyük şehri Glasgow ise Wellington’un 1. Dükü’nün at üstündeki heykeli ile ünlü. Peki ama Glasgow’un simgesi olan bu heykelin başındaki trafik konisi neden hep var? İşte eğlenceli hikayesi…
Avrupa’nın en dinamik şehirlerinden biri olan Glasgow’da çok fazla sembolik yapı bulunmuyor. Ancak şehrin merkezinde yer alan Arthur Wellesley heykeli Glasgow’un en dikkat çeken yapısı durumunda. Napolyon’u bozguna uğratan kahraman Arthur Wellesley’in heykeli Britanya Adası’nda birçok yerde konularak onurlandırılmıştır. Bu yerlerden biri de Glasgow… Ünlü İtalyan heykeltıraş Carlo Marochetti tarafından yapılan bu heykel 1844 yılında yerini aldı. Heykelin başına trafik konisi takıldıAncak çok ilgi görmeyen bu heykel, 1980 yılında başta İskoçya olmak üzere Avrupa’da çok fazla konu olmaya başladı. Bunun nedeni ise bronz yapımlı Arthur Wellesley heykelinin başında bir trafik konisi yerleştirildi. Görenleri şaşkına çeviren ve hatta gülümseten heykel birçok kişinin ilgisini daha çok çekmeye başladı. Peki ama bu trafik konisi neden Arthur Wellesley heykelinin başına konuldu? Bununla ilgili çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Ancak en geçerli olanı ise birkaç alkollü öğrencinin gece yarısından sonra eğlenmek için bunu yaptığı gösteriliyor. Glasgow halkı konili heykeli çok seviyorTabii ki, İskoç polisi ile Glasgow Belediyesi bu duruma hemen müdahalede bulunmasına rağmen ertesi gün yeniden başka bir koni heykelin başına takıldı. Heykelin bu yeni hali Glasgow halkının da çok beğenisini kazandı. Hiçkimse öyle kültürel değerlere zarar verildiğini düşünmedi. Hatta Facebook’ta koni heykelde kalmalı şeklinde paylaşıma 24 saatte 72 bin kişi destek verdi. İskoç Polisi engel olamadıTabii ki belediyenin de trafik konisini kaldırma denemeleri sonuçsuz kalınca bu kez yeni bir yol izlendi. Belediye bu sefer trafik konisini heykelin başına sabitledi. Bu durum İskoç halkı tarafından memnuniyetle karşılandı. Sosyal medyada koniyi koruyun şeklinde hashtag’ler açıldı. Belediye de günümüzde artık bu trafik konisinin heykelle bütünleşmesinden bir hayli memnun. Yapılan açıklamalarda dünyanın her tarafından gelen turistin heykelin bu yeni halini beğenmelerinden duydukları memnuniyet belirtildi. Hatta bu heykelin insanların Glasgow ziyaretindeki en unutulmaz yapılarından biri olduğunun da altı çizildi. Edingburg'da kacirmak istemeyeceginiz yerlerİskoçya’nın 15.yüzyıldan bu yana başkenti olan Edinburgh, bugün turistlerin büyülenerek döndüğü bir seyahat noktasıdır. Şehir Ortaçağ’dan kalma görüntüsüyle birçok film, dizi ve romana ilham kaynağı olan Edinburgh; kalesi, caddeleri, sokakları, vadisi ve tepeleriyle ziyaretçilerine gösterebileceği birçok mekana sahiptir. Birçok bölgesi UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınan bu masalsı şehrin, gezilecek ve görülecek yerlerini sizler için derledik.
Edinburgh Kalesi İskoçya’da turistlerin en fazla ziyaret ettiği yer olan Edinburgh Kalesi, şehre hakim bir tepede bulunuyor. Şehrin neredeyse herhangi bir yerinden görülebilen bu kale, Harry Potter efsanesini yaratan J.K. Rowling’e de ilham kaynağı olduğu bilinen bir kaledir. Edinburgh Kalesi’nin Orta Çağdan kalma görüntüsü hem hayranlık hem de garip bir ürperti duymanıza neden oluyor. Gündüz ziyaret etmenizi tavsiye edeceğimiz kale, gece ise ayrı bir gizeme bürünüyor. Arthur’un Koltuğu Edinburgh’un size eşsiz bir manzara sunmasını istiyorsanız, bu tepeyi fethetmeniz gerekecek. Royal Mile’dan yürüyerek ulaşacağınız Arthur’un Koltuğu, aslında sönmüş bir yanardağdan kalma bir oluşumdur. Arthur’un Koltuğu’nun zirvesi aynı zamanda şehrinde en üst noktasıdır. Zirveye tırmanış süresi, yürüyüş hızınıza göre değişkenlik gösterse de en fazla bir saatinizi alacaktır. Calton Tepesi Calton Tepesi, Arthur’un Koltuğu’na tırmanmayı zahmetli bir iş olarak görenler için en iyi alternatif nokta bu tepedir. Şehrin merkezinde yer alan tepe, Prensler Sokağı’nın ilerisinde bulunuyor. UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan Calton Tepesi, resim yapmak isteyenlerin tercih ettiği bir alandır. Eğer resim yeteneğinize çok güvenmiyorsanız, fotoğraf makineleriniz sizin yardımınıza koşacaktır. Prensler Sokağı Bahçeleri Edinburgh’da 1770’lerde tasarlanmaya başlanılan halk parkı, Edinburgh Kalesi’nin gölgesinin düştüğü bir yerdir. Yeni Şehir bölgesinde kalan park, Orta Çağ zamanlarında savunma amaçlıda kullanılmıştır. Havai fişek gösterilerinin, festivallerin ve konserlerin yapıldığı bu büyük bahçe, şehrin en ünlü yerlerinden biridir. Holyrood Sarayı Britanya monarşisinin İskoçya’daki resmi adresidir. Royal Mile’ın güneyine doğru kalan saray, Arthur’un Koltuğu diye adlandırılan tepeye doğru bakmaktadır. Bu sarayda Kraliçe II.Elizabet bir haftalığına kalmıştır. Hollyrood Sarayı’nın ünlenmesine neden olan en önemli olay ise 16.yüzyılda İskoçya Kraliçesi Mary Stuart’ın burada yaşaması olmuş. İskoçya Ulusal Müzesi İngiltere’nin en fazla ziyaret edilen müzeleri arasında yer alan İskoçya Ulusal Müzesi, aynı zamanda şehrin en iyi müzesidir. Büyük çaplı sergilerin yapıldığı müze, bilim, sanat ve teknoloji ile ilgili öğreneceğiniz birçok bölüme sahiptir. Antik Mısır dönemi eserlerin yanı sıra dünyanın farklı kültürlerinden önemli parçalar sergilenmektedir. Edinburgh Kraliyet Botanik Bahçesi Bitkiler üzerine bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla kurulan bu yer, aynı zaman turistlerin ziyaretlerine de açılmıştır. 1670’lerde sağlık için şifalı bitkilerin yetiştirildiği bahçe, bugün kendine özel bir bitki koleksiyonuna sahiptir. 13 binden fazla bitki türünün yaşadığu bahçede, 3 milyondan fazla da korunmuş bitki örneği bulunmaktadır. Bahçede doğanın zengiliğine kendinizi bırakabilir ve orijinal enstantaneler yakalayabilirsiniz. St. Giles Katedrali High Kirk of Edinburgh olarak da bilinen Aziz Giles Katedrali, Edinburgh’un ibadet merkezidir diyebileriz. 14. Yüzyılın sonlarına doğru inşa edilen katedral, 19. Yüzyıla doğru bir kez restorasyon geçirmiş. Ortaçağ mimarisini yansıtan katolik kilisesi, korunması gereken yapılar arasındadır. Fotoğraf çekimine izin verilen tarihi ibadethaneye, eğer isterseniz 3 Euro bağışta bulunabilirsiniz. Ingilizlerin Cay Saati Roma'ya Tasindiİspanyol merdivenlerinden iner inmez başınızı hemen sağa çevirirseniz birbirinden ünlü dev İtalyan moda markalarına ait dükkanların ve vitrinlerin arasına sıkışmış küçük sevimli bir dükkan göreceksiniz. Küçük penceresinden Piazza Di Spanga’ya bakan bu küçük bir dükkanın kapısını aralayıp içeri girdiğinizde küçük bir çıngırak sesi size karşılayacak ve ardından pırıl peril beyaz önlükleri ve özel kıyafetleriyle servis yapan güler yüzlü hoş personel size karşılayacak. Piazza Di Spagna‘da yer alan bu kendisi küçük ancak sayısız çay çeşitleriyle oldukça büyük bu geleneksel İngiliz çay evi Babingtons’ın sembolü bir kedi. Bu sevimli siyah kedi dükkandaki hemen hemen her ayrıntısında karşınıza çıkabiliyor. Birbirinden güzel çay kutuları,minik kedi logolu pastalar ve muhtelif çay aksesuarları… Çay dükkanın esas uzmanlık alanı ancak pastane bölümündeki yiyecekler de oldukça zengin. Çay aromalı şekerler ve kurabiyeler küçük kedi figürüyle hem oldukça zevkli hem de oldukça lezzetli. Gümüş ve porselen servis takımlarıyla sunulan bu çayların öyküsü 1893’te başlıyor .O yıllarda sadece eczanelerde satılan ve insanlara şifa vermesi amacıyla üretilen çaylar için bu küçük dükkan, Roma’da iki İngiliz kadın tarafından kuruluyor. Anna Maria Babington ve Isabel Cargill dönemin antik dekorasyonuyla döşedikleri bu küçük dükkanda ziyaretçilerini değişik aromalı çayları denetmeye ve sevdirmeye çalışıyor. Kurulduğu günden bu yana dönemin özgün dekorasyonunu halen koruyan bu karakteristik dükkan çay içmeyi salt çay içmekten öteye gerçek bir ritüele dönüştürüyor. Şehrin modern yaşamının içinde bir vaha gibi olan bu dükkanda dünyanın en iyi çaylarını ve harmanlarını bulabilirsiniz. Çayların yanı sıra yemek ve pastane seçenekleri de oldukça lezzetli..Özellikle pastanesi lezzetinin yanı sıra görsel olarak da oldukça iddialı… Dönemin atmosferini yüzyıla aşkın bir süredir aynı zerafetle koruyan mekanın bugünkü işletmecileri halen ailenin yeni nesi üyeleri. Bu dükkanın özgünlüğünü ve kalitesini koruyan ve halen günümüze kadar başarıyla devam etmesini sağlayan en önemli unsurlardan bir tanesi. Geçen yıllar boyunca başta 1.Dünya Savaşı olmak üzere yaşanan ekonomik buhranlar ve sıkıntılar her yeri olduğu gibi Bangtons’ı da derinden etkilemiş. Özellikle 1920’lerin başında neredeyse kapanma noktasına gelen dükkan başta sahiplerinin ve personelin olmak üzere azimleri sayesinde ayakta kalmayı başarmış. Daha sonra 1930’ların faşizmine karşı yine ayakta durmayı başaran bu küçük işletme, 1939’da İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte daha büyük bir buhrana sürüklenir ve Anna Maria’nın İsviçre’ye taşınması ve Isabel’in de sessiz sakin bir hayat sürme isteğiyle son bulma noktasına gelir. Ancak ,Isabel’in Giuseppe da Pozzo adlı sanatçıyla tanışması ve bu evlilikten doğan kızı Dorothy’nin kararlılığı Babingtons’un yeniden hayat bulmasına ve günümüze kadar gelmesini sağladı. Yaşanan tüm sıkıntıların ardından Babingtons çay odalarının günümüze kadar gelmesi hayal etmek bile sanırım oldukça güçtü. Babingtons’un büyüme ve ünlenme sürecine girmesi 1979’da bir Japon’un Tokyo’da bir şube açılmasını teklif etmesi ve böylece Tokyo’da iki şubenin açılmasıyla birlikte hız kazanır. 1980’lerin sonlarında yaşanan Japon mali krizi markanın Tokyo’daki 20 yıllık macerasına son vermiş. Ancak Roma’daki Isabel’in torunu Rory ve Chiara, Babington’da esin kaynağı olan bu girişimci ruhun günümüzde yaptıkları işlerle halen canlı olduğunu kanıtlamaktadır.
Fiyatları biraz pahalı olmakla beraber ödediğiniz bedelin karşılığını fazlasıyla alacağınız bu tarihi mekanda bir fincan çayın yaklaşık fiyatı 8 ile 16 Euro arasında değişmektedir. Bununla beraber bu zarif dükkandan fazlasıyla mutlu ayrılacağınıza ve en kısa sürede yeniden gelme isteği duyacağınızdan kesinlikle emin olabilirsiniz… Bruksel'den kac Bruj'e gelBrüksel’den masallar kenti Brugge’e tren biletimi alip Brugge'e geldim Belçika’nın kuzeyinde, başkente yaklaşık 1.5 saatlik mesafede bulunan hayli eski bir şehir. Brüksel’den kente en kolay ve en yaygın ulaşım yolu treni tercih ettim Yine de, yolun size sunduğu görüntüler öylesine güzel ki bunun keyfini kaçıracağı bir insan dahi düşünemiyorum. Yan yana dizilmiş minicik taştan sivri çatılı evleri, o evlere uzanan sapsarı bisiklet yolları ve sisli havasıyla çocukken bakarak hayallere daldığım tabloları yol kenarlarına döşemişler gibi hissettiğim bir yolculuktan sonra bambaşka bir hayal diyarına ayak basıyoruz. Dantelleri, çikolatası, elbette çeşit çeşit aromalı biralarıyla ünlü. Sehrin bu kadar cok sevilmesine sasmiyorum, cunku Orta Çağ mimarisini korumayı başarmışlar. Zamanın içinde donup kalmış gibi bir havası var, sanki orada gezerken sizi de zihninizde günlük hayatınızdan kalan her ne varsa geride bırakmaya zorluyor şehrin havası. Ayrıca hangi köşede karşınıza çıkacağını bilemediğiniz mini köprüleri ve kanalları bulunuyor. Bosuna buraya “Kuzeyin Venedik’i” demiyorlar analayacaginiz. Bir süre başıboş dolaştıktan sonra ilk durağımız şehir meydanı oluyor. Kendi dillerinde burası Grote Markt olarak geçiyor. 958 yılından itibaren şehir merkezi pazar alanı olarak kullanılmaya başlanmış ve haftanın belli günlerinde bu pazarlarda taze balık, sebze ve meyve satışı yapılıyor. Ayrıca meydandaki Belfry Kulesi geçmişte hazineye ve devlet arşivlerine ev sahipliği yapmış, aynı zamanda yangınları tespit etmek için gözetleme kulesi olarak kullanılmış. Bu kulenin tepesine bir giriş ücreti ödeyip çıkabilir ve siz de şehri tepeden izleyebilirsiniz. Buna ücretsiz bir opsiyon olarak da yine meydandaki Historium Brugge Müzesi‘nin balkonuna çıkabilirsiniz. Meydanın tam ortasındaysa bugünkü Belediye Sarayı‘nı görebilirsiniz. Belediye Sarayı | Bir markete girip satıcının önerisiyle kendimize çikolatalı ve mangolu bira aldim. Pandemi gunlerinde. Youtube benim neferim oldu evde saatler o kanal senin bu kana benim youtube izliyorum. En cok sevdigimse gecmise ozlem sanirim nostalji kanallari. Youtube'da nostalji denilnice cok kanal var ama Alpaslan Turker Arsivi kanallari icinde en iyisi. Benim gibi zamaninda hayat agaci , mavi ay gibi dizilerin siki takipcisyseniz bu kanal tek kelime ile harika. Youtube'da guzel ama pandeminin bitip de hayatin yeniden normale donmesini cok istiyorum dostlar.
hadi iyi seyirler Vegan beslenme, gübre eksikliği ve bunun sonucunda su yollarını yağmalayan azotlu gübre ihtiyacının artması nedeniyle toprağı geleneksel tarıma göre çok daha hızlı bozar. Vegan diyet sadece havuç ve marul değildir. Çok büyük miktarlarda takviye gerektirir - hayvani yağlar yerine tuhaf sibi yağlar, soya proteini, fındık sütleri vb. - Bunların tümü çevresel sonuçlari beraberinde getitir ve bir de bunlarin bir ulkeden bit bbaska ulkeye gonderilme meselesi var , kendini beğenmiş, tiz, tiz, erdem işaret eden kinoa çiğneyiciler. Vegan diyetine gerçekten karşı degilim. Bazılarının gözünü diken diken eden ve kült tavrı umursamıyorum, özellikle de beni tekrar vegan olmam için ikna etmeleri hic doğru değil. Et endüstrisi çok temizlenebilir mi? Evet. Çiftçilik uygulamaları çok daha verimli, organik ve çevre dostu olabilir ve olmalıdır. Ama tarım da öyle. Tarım da çevreye karşı bir melek değildir. Bu yüzden tüm cephelerde elimden gelenin en iyisini yapıyorum. Kendi yemeğimi yetiştiriyorum, çiftçi pazarlarında alışveriş yapıyorum, yerel çiftliklerden veya çiftlikten et satın alıyorum ve buna bir gün diyordum
Amerikan'in Guneyine Yolculuk Buenos AiresNeden Buenos Aires? Buenos Aires Rehbe riİstanbul’dan çok uzaklara gitmek , yine de Avrupa’da dolaşıyor gibi hissetmek, güzel yemekler yemek istiyorsanız Buenos Aires çok doğru bir seçim. Arjantin’e vizesiz girebilmek de bir nebze olsun dünya vatandaşı gibi hissettiriyor. Buenos Aires’e Ne Zaman Gidilir? Ekim, Kasım ayları Buenos Aires’e gitmek için en uygun zaman. Daha şehre ayak bastığımız ilk gece çiçek kokulu, mükemmel ılık bir hava karşılandım. Buenos Aires’e Nasıl Gidilir? Buenos AirTHY, İstanbul’dan Sao Paolo teknik aktarmalı olarak Buenos Aires’e uçuyor. Teknik aktarmanın normal aktarmadan farkı, Sao Paolo’da uçaktan inilememesi. 22 saat aynı uçakta yolculuk etmek bile başlı başına zorlu bir deneyim. 🙂 THY’nin bu parkura verdiği uçak maalesef bu kadar uzun ve yorucu bir uçuş için yeterli konforu sağlamıyor. Avrupa ülkelerinin havayolları ile uçmak için transit vizeye sahip olmanız gerekip gerekmediğini netleştirmek gerekiyor. Buenos Aires’e bir gece vakti uçakla varıyorsanız, alabildiğine uzanan ışıklarıyla şehre daha ilk görüşte hayran olmamanız mümkün değil. Havaalanından şehrin merkezine gitmenin en uygun yolu taksiye binmek. Gümrüğü geçtikten hemen sonra karşınıza çıkan bankodan taksi ayarlayabilirsiniz. Ücreti yaklaşık 250 peso. Havaalanı ve şehir merkezi arasındaki mesafeyi düşününce fiyat uygun. Bunun dışında çıkışta taksi ayarlamak pek önerilmiyor. Buenos Aires’te Nereler gezilir? Bue Plaza de Mayo ve Casa Rosada’yı görmeden geçmeyin. Plaza de Mayo ve uzantısı olan Mayo Caddesi her türlü toplumsal gösteriye açık!! Biz oradayken de çadırlarını kurmuş bir grup günlerdir protestolarını herhangi bir müdahale olmaksızın sürdürüyorlardı. Plaza de Mayo, Arjantin’in dikta döneminde kaybolanların annelerinin 1977’den beri her perşembe bu meydanda toplanmasıyla da ünlü. Casa Rosada ise, Evita’nın balkonundan halkına seslendiği pembe başkanlık sarayı. Bu bölgeyi gezerken duraklamanız gereken bir yer de şehrin en eski kafesi olan Cafe Tortoni. Puerto MaderoKonum Başkanlık sarayının hemen arkasındaki eski rıhtım, yürüyüş yollarının, kafe ve restoranların olduğu güzel bir çekim merkezi haline dönüştürülmüş. Güneşli bir günde burada kesinlikle turlamalısınız. Puente de la Mujer köprüsünden geçmeyi de ihmal etmeyin. Puente de la Mujer Bu bölgenin hemen arkasında ise Doğal Yaşam Parkı bulunuyor. Burada bisiklet turu yapabilirsiniz. Aslında şehrin kuzey hattı çok geniş parklarla dolu. İnsanlar spor ve piknik yapmak için güzel havalarda parkları dolduruyorlar. Kimsenin aklına da bu parklara alışveriş merkezi yapmak gelmemiş neyseki. Buenos Aires’in dikkat çeken bir özelliği ise neredeyse herkesin köpek sahibi olması. Şehir ise bu duruma çok uyumlu. Köpek gezdiricilerine çok sık rastlamanız mümkün. Köperk parkları, kafelerde köpeklerinizin tasmalarını bağlayabileceğiniz askılar bile düşünülmüş. Congresso MicroCentro’ya hemen komşu olan bölgede Av. 9 de Julio (9 Temmuz Bulvarı) bulunuyor. bulvar dünyanın en genişi. Tam ortasında ise şehrin dikilitaşı bulunuyor. Yine bu dikilitaşa takın Teatro Colon ise şehrin opera binası. Avrupa’daki opera binalarından eksiği olmayacak şekilde inşa edilmiş. Sahnelenen bir gösteriye gidemiyorsanız bile günlük turlara mutlaka katılın. Buraya yakın La Confiteria Ideal ise eğer meraklı iseniz tango dersi almak için en uygun yer. Tarihi kafenin ikinci katında kendinizi geçmişte hissetmemeniz mümkün değil.Kapısının önündeki kaldırımda ise tangonun temel adımlarını gösteren taşlar döşenmiş. La Boca Burası şehrin en turistik bölgesi. Rengarenk boyalı evleriyle ünlü Caminito üzerindeki restoranların taraçalarındaki tango yapan çiftler dans ederken bir yandan da sizi o restorana oturtmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Bu bölgede dolaşırken dikkatli olmanız iyi olur. Caminito dışına çıkmamakta fayda var. Buraya taksi veya otobüs ile ulaşmayı tercih edin. San Telmo San Telmo, şehrin nispeten daha tarihi bir bölgesi. Anavut kaldırımı sokakları ve eski binaları ile şehrin en sevdiğimiz yerlerinden biri burası oldu. Plaza Dorrego meydanında pazar günleri antika pazarı kuruluyor. Meydandan Plaza de Mayo’ya kadar olan sokak ise yine tezgahlarla dolu. Bu sebeple buraya mutlaka bir Pazar günü gitmeli ve Dorrego’dan de Mayo’ya kadar olan bütün yolu yürümelisiniz. Arada yan sokaklara saparsanız yürüyüşünüz daha keyifli olacaktır. RecolataKonum Burası şehrin en zengin semtlerinden biri. Buradaki Recoleta Mezarlığı adeta bir açık hava müzesi. Saatlerce bıkmadan birbirinden güzel(!) mezarların arasında gezebilirsiniz. Eva Peron’un mezarı da burada. Bölgeye yakın Santa Fe caddesi üzerindeki eski bir sinemadan dönüştürülmüş kitapçı olan El Ateneo ‘ya da uğramamazlık etmeyin. Cementerio RecoletaPalermo Palermo bölgesi şehrin hip yaşam merkezi. Merkezden biraz uzak ama metro ile ulaşım rahat. Bölgede sayısız kafe, restoran ve bar bulmak mümkün. Barselona’yı andıran geniş ve düzenli caddeleri, yatay binaları ve birbirinden renkli duvar resimleri ile Buenos Aires’teki bütün vaktinizi bu bölgede keyifle geçirebilirsiniz. Palermo’nun Soho kısmı alışveriş yapabileceğiniz dükkanlar ile dolu. Özellikle tasarım kıyafet mağazaları dikkat çekici. Mağazaların büyük kısmının alışılmışın aksine erkeklere hitap ettiğini de not etmeli. PalermoBuenos Aires’te Ne Yenir? Buenos Aires yemek mekanlarıBuenos Aires yemek yemeyi sevenler için de bir cennet. Sayacağım bütün mekanlar Palermo’da.Et yemek için gidilebilecek en güzel yerlerden biri La Cabrera. Mekan turistik ama mutlaka gidilmeli. Bir iki hafta önceden rezervasyon şart. Et yemek için bir gece asla yetmez: Parilla Don Julio da et yemek için güzel bir seçim. Peru mutfağını denemek istiyorsanız Sipan ‘a mutlaka gidin. Burası bir otel lokantası ve kokteylleri çok lezzetli. İskandinav mutfağı (Güney Amerika’da İskandinav mutfağı ile işim ne demeyin, siz kaybedersiniz) tatmak isterseniz ise gideceğiniz yer Olsen. Gördüğüm en keyifli birahanelerden biri olan Antares, büyük bir depodan dönüştürme. Güzel empanadasların peşine mutlaka düşün, Un Altra Volta ‘da dondurma yemeyi ihmal etmeyin. Daha fazlası için bu müthiş blogu öneririm. Buenos Aires’e Gidince: Aklınızda Bulunsun!Şehiriçinde ulaşım için metro ve taksi tercih edilebilir. Metroda bir yolculuk 3 peso. (Yaklaşık .85 kuruş) Taksi ucuz, La Boca veya San Telmo’ya giderken tercih edilebilir. Otobüs ücreti gittiğiniz yere göre değişiyor. Otobüs biletini otobüsün içinde şoförden almak için bozuk para vermeniz şart ve bozuk para Buenos Aires’te bulunması en zor şey. Kredi kartınıza pek güvenmeyin, yanınızda mutlaka nakit para bulundurun. Arjantin pesosu almak için Banco de la Nacion şubelerine gidebilirsiniz. Sıra beklemeye hazırlıklı olun ve yanınızda pasaportunuzu bulundurmayı ihmal etmeyin. Yemeğe gideceğiniz yerlerin ne çeşit kredi kartı kabul ettiğini mutlaka öğrenin, Visa ve Master Card ayırımında hassaslar! Restoranlar dolar da kabul edebiliyor ve kullandıkları kur daha avantajlı. MicroCentro, San Telmo ve La Boca’da gezerken temkinli olmakta fayda var. Buenos Aires: Alternatif RotalarUruguay Buenos Aires’ten UrugKonum Şehrin altını üstüne getirdiyseniz ve hala vaktiniz varsa Uruguay’a geçebilirsiniz. 45 dakikalık bir feribot yolculuğu (feribotta duty free bile var) ile ulaşabileceğiniz Colonia de Sacramento mutlaka görülmesi gereken tarihi bir deniz kıyısı şehri. Burası güzel sokakları, sevimli kafeleri, ve sıcak havasıyla sizi karşılıyor. Kısa bir golf arabası turu yaparak gezinizi daha eğlenceli hale getirmeniz mümkün. Bir diğer seçenek de Buenos Aires’e yaklaşık bir saat uzaklıktaki Tigre Deltası. Eğer buraya gelirseniz bot ile kanal turu yapmadan şehire geri dönmeyin. Tüm bu "Instagram Gezi Bloggerleari" bize yalan mı söylüyor? Erm evet. Instagram'da gezinirken bu MÜKEMMEL fotoğrafları görüyoru. Benim de gittiğim yerlerde fotoğraflar çekiyorlar ve bir kendi fotogralarima bakiyorum bir de onlarinkine. Ama hic de ayni gozukmuyorlar. Neden pembe gökyüzü, pırıltılar ve fotoşoplanmış yıldızlar var? Bu hedefe elbise ve topuklu ayakkabılarla mı yürüdün? Ve herkesi fotoşopla mı çektin? Bu fotoğrafları görüyorum ve% 100 beni bu hedefe çekiyor. EVET Renk Lightroom kullanılarak renlerle oynanmis, tüm bu renkli binaları Meksika'da görmek istiyorum. EVET Mikonos şehrine bakan çiçekli bir fotoğraf istiyorum, hatta seyahat ederken paketlediğiniz şeyin bu olmadığını düşündüm. EVET En iyi hayatımı yaşadığım bir fotoğrafımı Instagram'a göndermek istiyorum çünkü takipçilerimin kıskanmasını istiyorum. Ama hepsi sahte. Sizi yalanci ...... ........... Tum buu blogcular bir şehri, oteli veya restoranı tanıtmak için para alıyor. Öyleyse neden olabildiğince fazla göz alıcı ayrıntıyla en iyi açılardan estetik açıdan hoş bir fotoğraf yayınlamıyorlar? Inanin birisi bana bunu yapmam için para ödese, fotografci tutsa, modaci bulsa bahse girerim benim kıça benzeyen yuzum bebek gibi cikarrdı. Ben de bir grafik tasarımcıyım, bu yüzden başın üzerinden uçan kuşların fotoşoplanmasını veya arka plandan insanların fotoğraflarını çekmeyi anlıyorum. ANLADIM. FOTLARINIZ GÜZEL GÖRÜNÜYOR. Öyleyse neden beni bu kadar rahatsız ediyor? Instagram blogcularının yaptığı beni rahatsız eden her şeyi size göstermeye karar verdim. Ve bu fotoğrafların çoğunun aşırı derecede sahte olduğu ve seyahat deneyiminin hic olmadigi baktiginiz fotoğrafin gercekte goreceginiz fotograftan farkli olduguna dikkat cekmek istedim. Fotograflar yabanci hesaplardan ama bana inanin binlerce takipcili Turk gezi infuencerlari bunlarda farkli degil. Bizimkilerde onlari taklit ediyor zaten. Yuzlerini gizledim. Influencer olmak bir is degil pazarlama sacmaligi“Markalar” yıllardır bizim gibi “sıradan” tuketicilere urun satmak icin influencer denen bol takipcili "vasifsiz" insanlara sosyal medya paylaşımlarında ürünlerini satmalari çin para ödüyorlar. Buna "etkileyici pazarlama" deniyor ve artik çöküyor. Harika, çünkü baştna saçma bir girişimdi. Benim yakindan takip ettigim seyahat konusunda da bu is olmayan influencerlik isi aldi basini gitti. Influencerlari takip etmekteki en buyuk sorun takipcilerin bir reklam filmin izledikleri bilmemesi. Televizyonda program arasinda "Reklamlar " diye yazar ama takip ettiginiz bir influencern falanca otel ya da filanca tatil koyunde kalmasinin nedenin ya da kullandigi bir gozlugun reklamini yaptigini fark etmemesi. Takipciler " vaaaay be nerelere gitmis " " nasil gidiyorlar lan buralara" diye ozernirken ucak biletinin falanca havayaolu sirketi otelinin ise otel bilmen ne tarafindan odendigini oraya gotmek icin de gunluk mesala 150 dolar aldigini bilmiyorlar. Influencer olma yarisi gercek gezginligi ve bloggerligi oldurdu.Evet, influencer olma yarisi gercek gezginligi ve bloggerligi öldürdü. Bakin 2000ler basinda ne kadar dogaldi gezi blogu yazma. Gerginlerin ilk amaci gittigi gezdigi yerleri takipcilerine anlatmakti.
Artik gidiler yer bitti. Gittiginiz yerde ne kadar havali olmaniz, poz vermeniz onemli. Gectigimiz gunlerde inlufencer. gezgin coook gezmis birinin sunumunu izledim. Anlatiyor da anlatiyor. Ama gittigi ulke hakkinda bir tek bilgi yok mesala ogrendigim " Avusturalya'da kultur yok " " Asya'da ki bir ulkede yasayan bir adam icin sacma sacan bir akasani var " . Gittigi ilkde benim hayatim boyunca gormeyecem tanismayacagim insanlari uzun uzun anlatiyor. Onu dinleyen seyirciye bakiyoruz agizlari bir karis acik " aaah bir gun ben de yurtdisina gidersem boyle insanlarla tanisabilir miyim acaba" der gibi. "Gezginlige" heveli kitle gidilecek ulkeye merak duymadan takip ettigi influencerin renkli gezisinin hayalini kuruyor iste en aci olanda bu. |
Kuresel KuremBen Benim Iste, Sivri Dilli Kaktutus ArchivesCategories |