Glasgow'un Kafası Hunili HeykeliHer şehrin bir sembolü vardır. Roma’da Kolezyum, New York’ta Özgürlük Anıtı, Londra’da Big Ben Paris’te Eyfel Kulesi… Bu örnekleri daha da uzatabiliriz. İskoçya’nın en büyük şehri Glasgow ise Wellington’un 1. Dükü’nün at üstündeki heykeli ile ünlü. Peki ama Glasgow’un simgesi olan bu heykelin başındaki trafik konisi neden hep var? İşte eğlenceli hikayesi…
Avrupa’nın en dinamik şehirlerinden biri olan Glasgow’da çok fazla sembolik yapı bulunmuyor. Ancak şehrin merkezinde yer alan Arthur Wellesley heykeli Glasgow’un en dikkat çeken yapısı durumunda. Napolyon’u bozguna uğratan kahraman Arthur Wellesley’in heykeli Britanya Adası’nda birçok yerde konularak onurlandırılmıştır. Bu yerlerden biri de Glasgow… Ünlü İtalyan heykeltıraş Carlo Marochetti tarafından yapılan bu heykel 1844 yılında yerini aldı. Heykelin başına trafik konisi takıldıAncak çok ilgi görmeyen bu heykel, 1980 yılında başta İskoçya olmak üzere Avrupa’da çok fazla konu olmaya başladı. Bunun nedeni ise bronz yapımlı Arthur Wellesley heykelinin başında bir trafik konisi yerleştirildi. Görenleri şaşkına çeviren ve hatta gülümseten heykel birçok kişinin ilgisini daha çok çekmeye başladı. Peki ama bu trafik konisi neden Arthur Wellesley heykelinin başına konuldu? Bununla ilgili çeşitli spekülasyonlar yapıldı. Ancak en geçerli olanı ise birkaç alkollü öğrencinin gece yarısından sonra eğlenmek için bunu yaptığı gösteriliyor. Glasgow halkı konili heykeli çok seviyorTabii ki, İskoç polisi ile Glasgow Belediyesi bu duruma hemen müdahalede bulunmasına rağmen ertesi gün yeniden başka bir koni heykelin başına takıldı. Heykelin bu yeni hali Glasgow halkının da çok beğenisini kazandı. Hiçkimse öyle kültürel değerlere zarar verildiğini düşünmedi. Hatta Facebook’ta koni heykelde kalmalı şeklinde paylaşıma 24 saatte 72 bin kişi destek verdi. İskoç Polisi engel olamadıTabii ki belediyenin de trafik konisini kaldırma denemeleri sonuçsuz kalınca bu kez yeni bir yol izlendi. Belediye bu sefer trafik konisini heykelin başına sabitledi. Bu durum İskoç halkı tarafından memnuniyetle karşılandı. Sosyal medyada koniyi koruyun şeklinde hashtag’ler açıldı. Belediye de günümüzde artık bu trafik konisinin heykelle bütünleşmesinden bir hayli memnun. Yapılan açıklamalarda dünyanın her tarafından gelen turistin heykelin bu yeni halini beğenmelerinden duydukları memnuniyet belirtildi. Hatta bu heykelin insanların Glasgow ziyaretindeki en unutulmaz yapılarından biri olduğunun da altı çizildi.
1 Comment
Edingburg'da kacirmak istemeyeceginiz yerlerİskoçya’nın 15.yüzyıldan bu yana başkenti olan Edinburgh, bugün turistlerin büyülenerek döndüğü bir seyahat noktasıdır. Şehir Ortaçağ’dan kalma görüntüsüyle birçok film, dizi ve romana ilham kaynağı olan Edinburgh; kalesi, caddeleri, sokakları, vadisi ve tepeleriyle ziyaretçilerine gösterebileceği birçok mekana sahiptir. Birçok bölgesi UNESCO Dünya Miras Listesi’ne alınan bu masalsı şehrin, gezilecek ve görülecek yerlerini sizler için derledik.
Edinburgh Kalesi İskoçya’da turistlerin en fazla ziyaret ettiği yer olan Edinburgh Kalesi, şehre hakim bir tepede bulunuyor. Şehrin neredeyse herhangi bir yerinden görülebilen bu kale, Harry Potter efsanesini yaratan J.K. Rowling’e de ilham kaynağı olduğu bilinen bir kaledir. Edinburgh Kalesi’nin Orta Çağdan kalma görüntüsü hem hayranlık hem de garip bir ürperti duymanıza neden oluyor. Gündüz ziyaret etmenizi tavsiye edeceğimiz kale, gece ise ayrı bir gizeme bürünüyor. Arthur’un Koltuğu Edinburgh’un size eşsiz bir manzara sunmasını istiyorsanız, bu tepeyi fethetmeniz gerekecek. Royal Mile’dan yürüyerek ulaşacağınız Arthur’un Koltuğu, aslında sönmüş bir yanardağdan kalma bir oluşumdur. Arthur’un Koltuğu’nun zirvesi aynı zamanda şehrinde en üst noktasıdır. Zirveye tırmanış süresi, yürüyüş hızınıza göre değişkenlik gösterse de en fazla bir saatinizi alacaktır. Calton Tepesi Calton Tepesi, Arthur’un Koltuğu’na tırmanmayı zahmetli bir iş olarak görenler için en iyi alternatif nokta bu tepedir. Şehrin merkezinde yer alan tepe, Prensler Sokağı’nın ilerisinde bulunuyor. UNESCO Dünya Mirasları Listesi’nde yer alan Calton Tepesi, resim yapmak isteyenlerin tercih ettiği bir alandır. Eğer resim yeteneğinize çok güvenmiyorsanız, fotoğraf makineleriniz sizin yardımınıza koşacaktır. Prensler Sokağı Bahçeleri Edinburgh’da 1770’lerde tasarlanmaya başlanılan halk parkı, Edinburgh Kalesi’nin gölgesinin düştüğü bir yerdir. Yeni Şehir bölgesinde kalan park, Orta Çağ zamanlarında savunma amaçlıda kullanılmıştır. Havai fişek gösterilerinin, festivallerin ve konserlerin yapıldığı bu büyük bahçe, şehrin en ünlü yerlerinden biridir. Holyrood Sarayı Britanya monarşisinin İskoçya’daki resmi adresidir. Royal Mile’ın güneyine doğru kalan saray, Arthur’un Koltuğu diye adlandırılan tepeye doğru bakmaktadır. Bu sarayda Kraliçe II.Elizabet bir haftalığına kalmıştır. Hollyrood Sarayı’nın ünlenmesine neden olan en önemli olay ise 16.yüzyılda İskoçya Kraliçesi Mary Stuart’ın burada yaşaması olmuş. İskoçya Ulusal Müzesi İngiltere’nin en fazla ziyaret edilen müzeleri arasında yer alan İskoçya Ulusal Müzesi, aynı zamanda şehrin en iyi müzesidir. Büyük çaplı sergilerin yapıldığı müze, bilim, sanat ve teknoloji ile ilgili öğreneceğiniz birçok bölüme sahiptir. Antik Mısır dönemi eserlerin yanı sıra dünyanın farklı kültürlerinden önemli parçalar sergilenmektedir. Edinburgh Kraliyet Botanik Bahçesi Bitkiler üzerine bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla kurulan bu yer, aynı zaman turistlerin ziyaretlerine de açılmıştır. 1670’lerde sağlık için şifalı bitkilerin yetiştirildiği bahçe, bugün kendine özel bir bitki koleksiyonuna sahiptir. 13 binden fazla bitki türünün yaşadığu bahçede, 3 milyondan fazla da korunmuş bitki örneği bulunmaktadır. Bahçede doğanın zengiliğine kendinizi bırakabilir ve orijinal enstantaneler yakalayabilirsiniz. St. Giles Katedrali High Kirk of Edinburgh olarak da bilinen Aziz Giles Katedrali, Edinburgh’un ibadet merkezidir diyebileriz. 14. Yüzyılın sonlarına doğru inşa edilen katedral, 19. Yüzyıla doğru bir kez restorasyon geçirmiş. Ortaçağ mimarisini yansıtan katolik kilisesi, korunması gereken yapılar arasındadır. Fotoğraf çekimine izin verilen tarihi ibadethaneye, eğer isterseniz 3 Euro bağışta bulunabilirsiniz. Ingilizlerin Cay Saati Roma'ya Tasindiİspanyol merdivenlerinden iner inmez başınızı hemen sağa çevirirseniz birbirinden ünlü dev İtalyan moda markalarına ait dükkanların ve vitrinlerin arasına sıkışmış küçük sevimli bir dükkan göreceksiniz. Küçük penceresinden Piazza Di Spanga’ya bakan bu küçük bir dükkanın kapısını aralayıp içeri girdiğinizde küçük bir çıngırak sesi size karşılayacak ve ardından pırıl peril beyaz önlükleri ve özel kıyafetleriyle servis yapan güler yüzlü hoş personel size karşılayacak. Piazza Di Spagna‘da yer alan bu kendisi küçük ancak sayısız çay çeşitleriyle oldukça büyük bu geleneksel İngiliz çay evi Babingtons’ın sembolü bir kedi. Bu sevimli siyah kedi dükkandaki hemen hemen her ayrıntısında karşınıza çıkabiliyor. Birbirinden güzel çay kutuları,minik kedi logolu pastalar ve muhtelif çay aksesuarları… Çay dükkanın esas uzmanlık alanı ancak pastane bölümündeki yiyecekler de oldukça zengin. Çay aromalı şekerler ve kurabiyeler küçük kedi figürüyle hem oldukça zevkli hem de oldukça lezzetli. Gümüş ve porselen servis takımlarıyla sunulan bu çayların öyküsü 1893’te başlıyor .O yıllarda sadece eczanelerde satılan ve insanlara şifa vermesi amacıyla üretilen çaylar için bu küçük dükkan, Roma’da iki İngiliz kadın tarafından kuruluyor. Anna Maria Babington ve Isabel Cargill dönemin antik dekorasyonuyla döşedikleri bu küçük dükkanda ziyaretçilerini değişik aromalı çayları denetmeye ve sevdirmeye çalışıyor. Kurulduğu günden bu yana dönemin özgün dekorasyonunu halen koruyan bu karakteristik dükkan çay içmeyi salt çay içmekten öteye gerçek bir ritüele dönüştürüyor. Şehrin modern yaşamının içinde bir vaha gibi olan bu dükkanda dünyanın en iyi çaylarını ve harmanlarını bulabilirsiniz. Çayların yanı sıra yemek ve pastane seçenekleri de oldukça lezzetli..Özellikle pastanesi lezzetinin yanı sıra görsel olarak da oldukça iddialı… Dönemin atmosferini yüzyıla aşkın bir süredir aynı zerafetle koruyan mekanın bugünkü işletmecileri halen ailenin yeni nesi üyeleri. Bu dükkanın özgünlüğünü ve kalitesini koruyan ve halen günümüze kadar başarıyla devam etmesini sağlayan en önemli unsurlardan bir tanesi. Geçen yıllar boyunca başta 1.Dünya Savaşı olmak üzere yaşanan ekonomik buhranlar ve sıkıntılar her yeri olduğu gibi Bangtons’ı da derinden etkilemiş. Özellikle 1920’lerin başında neredeyse kapanma noktasına gelen dükkan başta sahiplerinin ve personelin olmak üzere azimleri sayesinde ayakta kalmayı başarmış. Daha sonra 1930’ların faşizmine karşı yine ayakta durmayı başaran bu küçük işletme, 1939’da İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla birlikte daha büyük bir buhrana sürüklenir ve Anna Maria’nın İsviçre’ye taşınması ve Isabel’in de sessiz sakin bir hayat sürme isteğiyle son bulma noktasına gelir. Ancak ,Isabel’in Giuseppe da Pozzo adlı sanatçıyla tanışması ve bu evlilikten doğan kızı Dorothy’nin kararlılığı Babingtons’un yeniden hayat bulmasına ve günümüze kadar gelmesini sağladı. Yaşanan tüm sıkıntıların ardından Babingtons çay odalarının günümüze kadar gelmesi hayal etmek bile sanırım oldukça güçtü. Babingtons’un büyüme ve ünlenme sürecine girmesi 1979’da bir Japon’un Tokyo’da bir şube açılmasını teklif etmesi ve böylece Tokyo’da iki şubenin açılmasıyla birlikte hız kazanır. 1980’lerin sonlarında yaşanan Japon mali krizi markanın Tokyo’daki 20 yıllık macerasına son vermiş. Ancak Roma’daki Isabel’in torunu Rory ve Chiara, Babington’da esin kaynağı olan bu girişimci ruhun günümüzde yaptıkları işlerle halen canlı olduğunu kanıtlamaktadır.
Fiyatları biraz pahalı olmakla beraber ödediğiniz bedelin karşılığını fazlasıyla alacağınız bu tarihi mekanda bir fincan çayın yaklaşık fiyatı 8 ile 16 Euro arasında değişmektedir. Bununla beraber bu zarif dükkandan fazlasıyla mutlu ayrılacağınıza ve en kısa sürede yeniden gelme isteği duyacağınızdan kesinlikle emin olabilirsiniz… Bruksel'den kac Bruj'e gelBrüksel’den masallar kenti Brugge’e tren biletimi alip Brugge'e geldim Belçika’nın kuzeyinde, başkente yaklaşık 1.5 saatlik mesafede bulunan hayli eski bir şehir. Brüksel’den kente en kolay ve en yaygın ulaşım yolu treni tercih ettim Yine de, yolun size sunduğu görüntüler öylesine güzel ki bunun keyfini kaçıracağı bir insan dahi düşünemiyorum. Yan yana dizilmiş minicik taştan sivri çatılı evleri, o evlere uzanan sapsarı bisiklet yolları ve sisli havasıyla çocukken bakarak hayallere daldığım tabloları yol kenarlarına döşemişler gibi hissettiğim bir yolculuktan sonra bambaşka bir hayal diyarına ayak basıyoruz. Dantelleri, çikolatası, elbette çeşit çeşit aromalı biralarıyla ünlü. Sehrin bu kadar cok sevilmesine sasmiyorum, cunku Orta Çağ mimarisini korumayı başarmışlar. Zamanın içinde donup kalmış gibi bir havası var, sanki orada gezerken sizi de zihninizde günlük hayatınızdan kalan her ne varsa geride bırakmaya zorluyor şehrin havası. Ayrıca hangi köşede karşınıza çıkacağını bilemediğiniz mini köprüleri ve kanalları bulunuyor. Bosuna buraya “Kuzeyin Venedik’i” demiyorlar analayacaginiz. Bir süre başıboş dolaştıktan sonra ilk durağımız şehir meydanı oluyor. Kendi dillerinde burası Grote Markt olarak geçiyor. 958 yılından itibaren şehir merkezi pazar alanı olarak kullanılmaya başlanmış ve haftanın belli günlerinde bu pazarlarda taze balık, sebze ve meyve satışı yapılıyor. Ayrıca meydandaki Belfry Kulesi geçmişte hazineye ve devlet arşivlerine ev sahipliği yapmış, aynı zamanda yangınları tespit etmek için gözetleme kulesi olarak kullanılmış. Bu kulenin tepesine bir giriş ücreti ödeyip çıkabilir ve siz de şehri tepeden izleyebilirsiniz. Buna ücretsiz bir opsiyon olarak da yine meydandaki Historium Brugge Müzesi‘nin balkonuna çıkabilirsiniz. Meydanın tam ortasındaysa bugünkü Belediye Sarayı‘nı görebilirsiniz. Belediye Sarayı | Bir markete girip satıcının önerisiyle kendimize çikolatalı ve mangolu bira aldim. |
Kuresel KuremBen Benim Iste, Sivri Dilli Kaktutus ArchivesCategories |